YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ İÇTİHAT FARKLILIKLARININ GÖRÜŞÜLMESİ
Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin kapatılması sonrasında Başkan ve Üyelerinin
Yargıtay 9.Hukuk Dairesinde görevlendirilmesi üzerine her iki Daire
kararlarında uyuşmazlık konusu hususlar görüşülmüş ve uygulamanın aşağıdaki
gibi birleştirilmesine karar verilmiştir: Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin
kapatılması sonrasında Başkan ve Üyelerinin Yargıtay 9.Hukuk Dairesinde
görevlendirilmesi üzerine her iki Daire kararlarında uyuşmazlık konusu hususlar
görüşülmüş ve uygulamanın aşağıdaki gibi birleştirilmesine karar verilmiştir:
1. Hafta tatili günü olarak kararlaştırılan Cumartesi
gününün yıllık izin hesabında değerlendirilmesi:
4857 sayılı İş Kanunu’nun 46 ve 63.
maddelerine göre hafta tatili haftalık 45 saatlik çalışmadan sonraki 24 saatlik
bir gündür. Bu nedenle kural olarak Cumartesi işgünüdür. Akdi tatil günü olarak
Cumartesi günleri yıllık izin süresine eklenmez. Başka bir anlatımla, Cumartesi
günleri akdi tatil günü olarak işçi çalışmadığı takdirde yıllık ücretli izin
süresine ilişkin hesapta hafta tatili olarak değerlendirilemez.
Cumartesi günü hafta tatili olarak
da kararlaştırılabilir.Bireysel veya toplu iş sözleşmeleriyle Cumartesi ve
Pazar günleri hafta tatili günü olarak belirlenmişse, İş Kanunu'nun 56/5.
maddesi gereği her iki gün yıllık izin sürelerinden sayılmaz. Başka bir
anlatımla yıllık izin kullanma dönemi içindeki Cumartesi ve Pazar günleri
kullanılan izin süresinden düşülür. Ancak bireysel veya toplu iş sözleşmesinde
hafta tatiline eklenen bu Cumartesi gününün yıllık izin hesabında iş günü
olarak sayılacağı veya izin süresinden düşülmeyeceği şeklinde açık bir kural
mevcutsa, bu hüküm geçerli sayılmalı ve İş Kanunu'nun 56/5. maddesi gereği
sadece yıllık izne rastlayan Pazar günleri izin süresinden düşülmelidir.
2. İmzasız ve fazla çalışma tahakkukunu içeren bordronun
aksinin her türlü delille ispatı:
Fazla çalışma ücreti ile hafta
tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti tahakkuklarını içeren ve işçinin
imzasını taşımayan bordronun aksi işçi tarafından tanık beyanı dahil her türlü
delille ispat edilebilir. Bu durumda yapılan ödemeler hesaplamadan mahsup
edilir.
3. Deniz İş Kanunu’nda fazla çalışma hesabı:
20.04.1967 tarih ve 854 sayılı
Deniz İş Kanunu’nun 28.maddesine göre bu kanuna göre tespit edilmiş bulunan iş
sürelerinin aşılması suretiyle yapılan çalışmalar, fazla saatlerde çalışma
sayılır. Aynı maddenin 2.fıkrasında yapılacak fazla çalışmanın her saatine ödenecek
ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarı % 25 oranında
artırılmak suretiyle bulunacak miktardan az olamayacağı düzenlenmiştir.
01.07.2012 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 402.maddesinde fazla
mesai alacağının %50 zamlı hesaplanacağı düzenlenmişse de, Deniz İş Kanunu
kapsamında deniz taşıma işlerinde çalışan işçilere Deniz İş Kanunu hükümlerinin
genel kanun niteliğindeki Türk Borçlar Kanunu karşısında uygulanma önceliği
vardır. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 180 sayılı sözleşmesine ek olarak
çıkarılmış olan 187 sayılı tavsiye kararının “Gemi Adamlarının Ücretleri”
başlıklı II. Bölümünün 3. maddesinin c bendinde fazla çalışmanın saat başına
ödenecek temel ücretin 1,25’inden az olmamak üzere yasal düzenlemeler veya
toplu sözleşmelerle belirleneceği belirtilmiştir. Deniz İş Kanunu’nun yukarıda
belirtilen hükmü uluslararası düzenlemelere de uygun düşmektedir. Buna göre
hesaplama % 25 zamlı ücretle yapılmalıdır.
4. Fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil alacaklarının
ispatında husumetli tanık beyanlarının değerlendirilmesi:
Çalışma sürelerinin ispatı
noktasında işverene karşı dava açan tanıkların beyanlarına ihtiyatla
yaklaşılması gerekir. Fazla çalışma, hafta ve genel tatili alacaklarının
ispatında salt husumetli tanık beyanlarıyla sonuca gidilemez. Bununla birlikte
yan delil ya da olgularla desteklenen husumetli tanık beyanlarına itibar
edilmelidir. Bu çerçevede; işin ve işyerinin özellikleri, davalı tanıklarının
anlatımları, iş müfettişinin düzenlediği tutanak veya raporlar ve aynı çalışma
dönemi ile ilgili olarak söz konusu alacakların varlığına ilişkin kesinleşmiş
mahkeme kararları gibi hususlar yan delil ya da olgular olarak
değerlendirilebilir.
5. Hafta tatilinin toplu kullandırılmasında hafta tatili
alacağının hesaplanması:
Uygulamada genellikle işçinin
yerleşim yerinin uzağında bir işyerinde çalışması halinde hafta tatilinin ay
içinde toplu olarak kullandırıldığı bilinmektedir. Bu tür bir uygulama için
işçinin rızası alınmış olsa bile hafta tatilinin usulüne uygun kullandırıldığından
söz edilemez. Başka bir anlatımla hafta tatilinin toplu olarak kullandırılması
haftalık dinlenme hakkının özüne aykırı olup, işçinin rızası sonucu
değiştirmez.
Hafta tatilinin ay içinde toplu
olarak kullandırılması halinde sadece bir hafta tatilinin usulüne uygun
kullandırıldığı kabul edilebilir. Örneğin, yerleşim yeri uzağında olan bir
şantiyede çalışan işçiye hafta tatili ayda dört gün toplu olarak
kullandırıldığında ilk izin günü, çalışılan son haftanın dinlenme hakkı yerine
geçecek, diğer üç gün hafta tatili kullanma anlamında değerlendirilmeyecektir.
Usulüne uygun kullandırılmadığı kabul edilen hafta tatillerinde yapılan çalışma
karşılığı ücretin %50 zamlı olarak hesaplanması gerekir. Bununla birlikte,
işyerinin konumu ve işçinin isteğiyle gerçekleşen böyle bir uygulamada, hafta
tatili olarak değerlendirilmeyen süreler için ödenen ücretin mahsup edilmesi
hakkaniyete uygun düşer.
6. Uzun süre yıllık ücretli izin kullandırılmadığı
iddialarında hâkimin aydınlatma ödevi kapsamında davacı asilin dinlenmesinin
gerekip gerekmediği:
İşçinin uzun süre yıllık izin
kullandırılmadığı iddiaları karşısında 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 31.maddesinde öngörülen davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde hâkimin
davacı işçiyi bizzat dinleyerek çalışma ve dinlenme süreleri konusunu açıklığa
kavuşturması gerekir. Dairemizce uzun süre kavramı beş yıl ve daha fazla süre
olarak değerlendirilmiş olup, kullandırılmadığı iddia edilen izin süresinin
toplamda beş yıllık veya daha fazla olması halinde anılan hüküm çerçevesinde
uygulama yapılmalıdır.
7. Yıllık ücretli izin alacağı yönünden 6098 tarihli Türk
Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihi ile zamanaşımı süresini
5 yıla indiren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği
25.10.2017 tarihi arasındaki dönem için zamanaşımı sorunu:
4857 sayılı İş Kanunu’nun
“Sözleşmenin sona ermesinde izin ücreti” başlığını taşıyan 59. maddesine göre,
“iş sözleşmesinin, herhangi bir nedenle sona ermesi halinde işçinin hak kazanıp
da kullanmadığı yıllık izin sürelerine ait ücreti, sözleşmenin sona erdiği
tarihteki ücreti üzerinden kendisine veya hak sahiplerine ödenir. Bu ücrete
ilişkin zamanaşımı iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren başlar”.
Belirtilen düzenlemede iş sözleşmesinin sona ermesi halinde kullandırılmamış
olan yıllık izin sürelerine ait ücretin “ücret” niteliği özellikle
vurgulanmıştır.
İş Kanunu’nun 32. maddesinin 6.
fıkrasına göre iş sözleşmelerinin sona ermesinde, işçinin ücreti ile sözleşme
ve Kanundan doğan para ile ölçülmesi mümkün menfaatlerinin tam olarak ödenmesi
zorunludur. Aynı maddenin 8. fıkrasına göre ise, ücret alacaklarında zamanaşımı
süresi beş yıldır.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun
126.maddesinin 3.bendine göre, başkalarının maiyetinde çalışan veya müstahdemi
olan kimselerin, hizmetçilerin, yevmiyecilerin ve işçilerin ücretleri
hakkındaki davaların beş yıllık zamanaşımına tabi olduğu belirtilmişti.
Yargıtay da anılan düzenleme uyarınca yıllık izin ücretinin beş yıllık
zamanaşımına tabi olduğunu kabul etmekteydi. 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra anılan Kanunda 818
sayılı Borçlar Kanunu’nun 126/3 hükmüne yer verilmediği gerekçesiyle yıllık
izin ücretinin Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesinde düzenlenen on yıllık genel
zamanaşımına tabi olacağı ileri sürülmüştür. Ancak Türk Borçlar Kanunu’nun 147.
maddesinin gerekçesinde hizmet sözleşmesi hükümlerine göre çalışanların
“dönemsel edimler” niteliğindeki ücret alacaklarının aynı maddenin 1. bendi
kapsamına girmesi nedeniyle 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126. maddesinin 3.
bendindeki hükmün ayrıca düzenlenmesine gerek görülmediği belirtilmiştir. 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 147.maddesinin 1.bendine göre, “Kira bedelleri,
anapara faizleri ve ücret gibi diğer dönemsel edimler” beş yıllık zamanaşımına
tabidir. Yıllık ücretli izin dönemsel edim niteliğinde olup, buna ait ücret
hakkında da anılan hüküm uygulanmalıdır. Nitekim 12.10.2017 tarih ve 7036
sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 15. maddesi ile İş Kanunu’na eklenen ek 3.
maddede de yıllık izin ücretinin beş yıllık zamanaşımına tabi olduğu açıkça
düzenlenmiştir. Buna göre Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarih ile
İş Mahkemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarih arasındaki dönemde de yıllık
izin ücretinin tabi olduğu zamanaşımı süresi beş yıldır.
8. Yurt dışında çalışan işçiler bakımından işverenin
işçinin çalıştırıldığı ülke mevzuatına göre resmi tatil olan günde işçiyi
çalıştırmaması halinde, bu günlere ait çalışılmadan hak kazanılan ücret
miktarının, ülkemiz ulusal bayram ve genel tatillerinde çalışılarak hak
kazanılan genel tatil ücreti alacağından mahsubunun gerekip gerekmediği:
Yurt dışında Türk firmasına ait işyerinde çalışan Türk işçisi ile işvereni
arasındaki uyuşmazlıklarda 5718 sayılı Milletlerarası Özel Usul Hukuk ve Usul
Hakkında Kanunu’nun 27.maddesi uyarınca milli hukukun uygulanması söz konusu
olduğunda yabancı ülke mevzuatına göre milli ve dini tatil günleri için çalışma
karşılığı olmaksızın ücret ödenen işçiye ayrıca Türk mevzuatı uyarınca milli ve
dini bayram ücretinin ödenmesi mükerrer yararlanmaya yol açar. Bu nedenle,
yabancı ülke mevzuatı uyarınca ödenmiş olan tatil ücretleri, Türk mevzuatının
öngördüğü ulusal bayram ve genel tatil günlerindeki çalışma karşılığı olarak
hesaplanan ücretten mahsup edilmelidir.
9. Orman yangın işçileri ile gözetleme kulelerinde nöbet
tutan işçilerin TİS’de öngörülen günlük üç saatlik fazla mesaiden daha fazla
mesai ücreti verilmesi gerektiğine dair taleplerinin değerlendirilmesi:
6831 sayılı Orman Kanunu’nun, 19.04.2018
tarih ve 7139 sayılı Kanun’un 15. maddesi ile değişik, 72. maddesine göre orman
yangınlarını önleme ve söndürme işlerinde görevlendirilen işçilerin, orman
yangın ekip bina ve yangın gözetleme kulelerinde bulunan sosyal tesisler ve
lojmanlarda çalışma saatleri dışında geçirdiği süreler, 22.05.2003 tarih ve
4857 sayılı İş Kanununun 63. maddesinde düzenlenen çalışma süresinden sayılmaz.
Bununla birlikte, işin niteliği dikkate alınarak belirtilen sürelerin bir
kısmının ya da tamamının çalışma süresinden sayılması kararlaştırılabilir.
Nitekim orman yangın işçileri ile gözetleme kulelerinde görev yapan işçilere
toplu iş sözleşmesi gereği fazla çalışma yapılsın veya yapılmasın günde üç
saatlik fazla çalışma ücreti ödenmektedir. İşçinin günde üç saatten daha fazla
çalıştığının yazılı delille (görev emirleri, çizelgeler, puantaj kaydı vs)
ispatı halinde fazlasının ödenmesi gerekir. Aksi halde salt tanık beyanlarına
göre fazla çalışma yapıldığının ispatı kabul edilemez.
10. Siyasi Partiler Kanunu'na göre genel merkezin
sorumluluğu:
2820 sayılı Siyasi Partiler
Kanunu'nun 71. maddesine göre siyasi parti il veya ilçe teşkilatları tarafından
yapılan sözleşmeler, merkez karar ve yönetim kurulu tarafından izin veya onay
verilmediği sürece siyasi parti tüzel kişiliğini bağlamaz.
Kanun'da 2016 yılında yapılan
değişlikle "hizmet sözleşmeleri de dahil" ibaresi eklenmiş olmakla,
iş sözleşmeleri bakımından da izin ve onay şartı kesin olarak öngörülmüştür. Bu
durumda il veya ilçe teşkilatlarında çalıştırılan işçiler bakımından
sorumluluk, Kanun gereği sözleşmeyi yapan ve yükümlülük altına giren kişi veya
kişilere ait olmalıdır.
11. Okul aile birliklerinde husumet ve sorumluluğun
belirlenmesi:
Okul aile birliğinin tüzel kişiliği
olmasa da İş Kanunu'nun 2. maddesine göre tüzel kişiliği olmayan kurum ve
kuruluşlar da işveren niteliğindedir.
Okul aile birlikleri Milli Eğitim
Bakanlığına ait okullarda okul yönetimi ile aynı amaç ve menfaat birliği içinde
işçi çalıştırmaktadır. Buna göre, okul aile birlikleri ile Milli Eğitim Bakanlığının
birlikte işverenlikleri söz konusudur. İşçinin okul aile birliği adına sigorta
bildirimlerinin yapılmış olması varılan sonucu değiştirmez. Bu sebeple, işçi
alacaklarından Milli Eğitim Bakanlığı da birlikte istihdam hükümlerine göre
sorumludur. İşçi, her iki işverene ya da bunlardan sadece birine karşı dava
açabilir.
Konusu bölünemeyen işe iade
davalarının ise, husumetin her iki işverene birlikte yöneltilmesi gerekir. İş
güvencesinin kapsamı yönünden otuz işçi ölçütünün mevcut olup olmadığı,
birlikte istihdam kapsamında çalıştırılan işçi sayısına göre belirlenmelidir.
12. Yurt dışında işçi çalıştırılması halinde husumet
sorunu:
Türk uyruklu kişilerin yabancı
ülkelerde o ülke vatandaşları ya da şirketleriyle birlikte kurdukları şirketler
aracılığıyla aldıkları işler kapsamında çalıştırdıkları Türk işçilerinin
alacaklarından yabancı kişinin şirketteki pay durumuna göre Türk firmasının
sorumluluğu irdelenmelidir. Yabancı kişinin ortaklığı gerçek bir ortaklık
olmayıp, o ülkede iş yapabilmek amacıyla salt bir formalitenin yerine
getirilmesinden ibaret olduğunda, işçilik alacaklarına karşı tüzel kişilik
perdesinin arkasına sığınmak hakkın kötüye kullanılması olarak
değerlendirilebilir. Bu durumda Türk firmasının sorumluluğu söz konusu olur.
13. Vakıf Üniversitesinde görev yapan öğretim üyeleri,
öğretim görevlileri ve okutmanlar bakımından adli yargı/ idari yargı -sorunu:
Bu konuda içtihatları birleştirme
başvurusu yapılmış olup, gündeme alınması halinde verilebilecek karar
beklenecektir.
14. Vakıf üniversitesi ile öğretim elemanları arasında
belirli süreli iş sözleşmesi yapılıp yapılamayacağı:
Bu konudaki içtihadı birleştirme
başvurusu yapılmış olup, Yargıtay 9. ve 22. Hukuk Dairesi belirli süreli
yapılabileceği konusunda anlaşmışlardır. Ancak Yargıtay 10. Hukuk Dairesi daha
sonra verilen kararlarında idari yargının görevli olacağını kabul etmiş olmakla
yukarıda 13. numarada belirtildiği gibi İBK sonucu beklenecektir.
15. Gerekçesiz temyiz dilekçesi verilmesi halinde temyiz
incelemesinin kapsamı:
Bölge adliye mahkemesi ya da ilke
derece mahkemesi kararının gerekçesiz temyiz dilekçesi ile temyiz edilmesi
halinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33.maddesinde belirtilen
“Hâkim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ve aynı hükme paralel düzenlendiği
anlaşılan 369. maddenin 1. fıkrası uyarınca, kanunun açık hükmüne aykırı görülen
hususlar çerçevesinde temyiz incelemesi yapılır. Bunun gibi, gerekçesiz temyiz
dilekçesi niteliğindeki süre tutum dilekçesi verildikten sonra gerekçeli
mahkeme kararının tebliğinden itibaren iki haftalık temyiz süresi geçirilerek
verilen gerekçeli temyiz dilekçeleri de “kanun açık hükümlerine aykırılık”
kapsamında incelenir.
16. Davacının somutlaştırma yükünü yerine getirmemesi ve
dava dilekçesinde kıdem tazminatı hesabında dikkate alınacak hesaplama
unsurları hakkında bir iddiada bulunmaması halinde tanık anlatımlarında geçen
unsurların dikkate alınıp alınmayacağı:
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119.maddesine göre, davacının
iddiasının dayanağı olan bütün vakıalarını sıra numarası altında açık
özetlerini dava dilekçesinde belirtmesi gerekir. İhbar ve kıdem tazminatı
hesabına esas giydirilmiş ücret bakımından davacının dava dilekçesinde
somutlaştırma yükümünü yerine getirmemesi halinde ücrete ilaveten işçiye
sağlanan para veya para ile ölçülmesi mümkün akdi menfaatlerin, salt davacı
tanıklarının beyanları esas alınarak tazminata esas ücrete eklenmesi mümkün
değildir.
Kanundan doğan menfaatler ile
işveren tarafından düzenlenen yazılı delillerden anlaşılan veya davalı
tanıkları tarafından da doğrulanan, ücret dışında işçiye sağlanan para veya para
ile ölçülmesi mümkün menfaatlerin giydirilmiş ücrete eklenmesi için dava
dilekçesinde açık talep şartı aramaz.
Dava dilekçesinde ücret dışında
başkaca sosyal hak olmadığı yönünden açık kabul halinde taleple bağlılık
kuralına göre sadece temel ücrete göre hesaplama yapılır.
17. Kanun yolu süresinin hâkim tarafından hatalı
gösterilmesi:
7036 sayılı İş Mahkemeleri
Kanunu’nun 7.maddesinin 3.fıkrasına göre, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri, iş mahkemelerince verilen kararlar
hakkında da uygulanır. Aynı maddenin 4. fıkrasında ise, Kanun yoluna başvuru
süresinin, ilamın taraflara tebliğinden itibaren işlemeye başlayacağı
öngörülmüştür.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
361.maddesinin 1.fıkrasına göre, bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden
verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi
üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde
temyiz yoluna başvurulabilir. Aynı Kanun’un 297.maddesi uyarınca hükümde
bulunması gereken unsurlardan biri de, “varsa kanun yolları ve süresi” olarak
belirtilmiştir. Bu kural, Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması”
başlığını taşıyan 140. maddesinin 2. fıkrasına göre, “Devlet, işlemlerinde,
ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmek zorundadır” hükmüne uygun bir düzenlemedir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
90.maddesinin 1.fıkrasında, kanunda belirtilen istisnalar dışında, hâkimin
kanundaki süreleri artıramayacağı veya eksiltemeyeceği düzenlenmiştir. Ancak,
Anayasa’nın ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yukarıda belirtilen hükümleri
uyarınca, hâkimin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru olarak belirtme
yükümlülüğü söz konusudur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa
Mahkemesi,kanun yoluna başvuru süresinin mahkeme kararında hatalı olarak
gösterilmesi hâlinde, bu süreye güvenerek başvuruda bulunan ilgilinin talebinin
süre yönünden reddedilmemesi gerektiğine, aksi yöndeki uygulamaların adil
yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlali niteliğinde
olduğuna karar vermiştir (AİHM, Osu/İtalya, 11.07.2002, B.No: 36534/97; AYM, ,
21.9.2017, 2014/13217).
Yukarıda belirtilen nedenlerle
kanun yolu süresi hâkim tarafından hatalı şekilde gösterildiğinde, kararda yer
alan süreye bağlı olarak kanun yolu hakkının kullanılabilmesine imkân
tanınmalıdır. Örneğin, iki haftalık kanun yolu süresi mahkeme kararında hatalı
olarak bir ay olarak belirtilmişse, bu süre içinde yapılan istinaf veya temyizi
süresinde yapılmış kabul etmek gerekir.
18. Islah yapmak üzere verilen sürenin bir hafta ile
sınırlı ve kesin olup olmadığı:
Islah hakkını kullanmak için
mahkemeden süre talebinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 181.
maddesinin uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Zira aynı Kanun'un 177. maddesine
göre ıslah tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilecektir. Ancak davayı
uzatmaya yönelik taleplerde hâkim tarafından ıslah hakkının kullanılması için
belli bir süre veya kesin süre verilebilir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 181.
maddesinde öngörülen kesin süre, duruşmada tutanağa geçirilmek suretiyle
yapılan ıslah işleminin tamamlanması (harç vs) için verilmesi gereken bir
süredir.
Bunun dışında ıslah işleminin
yapmak için süre talep edildiği haller, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 181.
maddesinde öngörülen kanuni kesin süreye tabi değildir.
19. Islahta yeni bir alacak talebinin mümkün olup olmadığı:
Dava dilekçesinde talep konusu
yapılmayan bir işçilik alacağı, dava konusu alacaklarla aynı veya birbirine
benzer sebeplerden doğmak şartıyla, ayrıca bu alacağa ilişkin peşin harç
yatırılmak kaydıyla kısmi ıslahla talep edilebilir. Davalının bu alacakla
ilgili delil sunma, itirazda bulunma ve zamanaşımı defini ileri sürme hakkı
vardır. Bu durum usul ekonomisine daha uygundur. Ancak delillerin toplandığı ve
karar aşamasına gelindiği bir aşamada salt davayı uzatmak veya karşı tarafı
rahatsız etmek gibi kötüniyetli düşüncelerle ıslah yoluyla ek talepte
bulunulması halinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nu n 182. maddesine
göre hâkim ıslahı dikkate almadan karar verebilir.
20. Islahla dava türünün değiştirilip değiştirilemeyeceği:
Islah yoluyla dava türünün
değiştirilemez. Örneğin belirsiz alacak davası kısmi davaya veya kısmi dava
belirsiz alacak davasına dönüştürülemez.
21. Islahta harç ödenmemesi halinde harç yatırılması
noktasında süre verilip verilemeyeceği:
Islah müessesesi bir dava değildir.
Açılmış olan bir davaya ilişkin usul işlemlerinin tamamen veya kısmen
düzeltilmesine imkân veren bir yoldur. Bu nedenle ıslahta başvurma harcının
alınması gerekmez. Islahla talep konusu miktarın artırılması halinde nispi harç
yatırılmalıdır. Yatırılmayan ya da eksik ödenmiş olan nispi harcın 492 sayılı
Harçlar Kanunu’nun 30.maddesi uyarınca sonradan tamamlattırılması mümkündür.
22. Borcu sona erdiren belgenin yargılamanın her aşamasında
ileri sürülüp sürülemeyeceği:
Ödeme itirazı mahiyetindeki makbuz
ve benzeri miktar içeren belge sunumu - istinaf aşaması hariç- yargılamanın her
aşamasında ileri sürülebilir.
İbraname veya yıllık izin belgesi
gibi borcu sona erdirebilecek belgeler de temyiz aşamasında dahi ileri
sürülebilir.
23. Asıl işveren alt işveren ilişkisinde birinin ileri
sürdüğü zamanaşımı definin diğerine sirayeti:
Asıl işveren alt işveren arasındaki
ilişkide birlikte (müşterek müteselsil) borçluluk kabul görse de, aralarındaki
ilişki bir anlamda TBK 155. düzenlenen asıl borçlu / kefil ilişkisine
benzemektedir. Alt işveren asıl borçlu, asıl işveren ve kefil ise alacaklıya
karşı garanti yükümlülüğü altındadır. Bu itibarla asıl işverenin ileri sürdüğü
zamanaşımı definden sadece asıl işveren yararlanır. Alt işverenin ileri sürdüğü
zamanaşımı defi asıl işverene sirayet eder. Bu şekilde asıl işverenin
sorumluluğu alt işverenin sorumlu olduğu miktarı aşmamış olur.
24. Asıl işveren alt işveren ilişkisinde biri hakkındaki
feragatin etkisi:
Asıl işveren alt işveren
ilişkisinde alt işverenin tam sorumluluğu olduğu halde asıl işverenin rücu
yetkisi de mevcut olmak üzere kanundan doğan garanti yükümlülüğü mevcuttur.
Buna göre asıl borçlu olan alt işveren hakkındaki davadan feragat asıl işverene
de etki eder. Ancak asıl işveren hakkındaki davadan feragat, alt işveren
hakkındaki davadan feragat sonucunu doğurmaz.
Davadan feragat yerine haktan
feragat, her iki işverene etki eder.
25. Sosyal yardımlaşma vakıfları çalışanlarına ilave tediye
ödenmesi:
Bu konuda içtihatları birleştirme
başvurusu yapılmış olup, gündeme alınmasıyla birlikte İBK kararının beklenmesi
kararı alınmıştır.
26. Telekom Nakil Bildiriminde Ek Ödeme ve İkramiye:
Bu konuda 406 sayılı Kanun'un ek
29/3. maddesi özel hüküm niteliğinde olup 15.04.2004 tarihindeki unvan esas
alınarak bu tarihteki ücret ile diğer mali haklara kamu görevlilerine yapılan
artış oranları dikkate alınır. Bu durumda işçinin 15.04.2004 tarihindeki ücret ve
diğer mali haklarına (ek ödeme ve ikramiye gibi) nakil tarihine kadar geçen
sürede kamu görevlilerine yapılan artış oranları uygulanmak suretiyle
belirlenen ücret ve mali haklarının nakil bildirim yazısında gösterilmesi
gerekir.
4046 sayılı Kanun'un 22/5. maddesinin doğrudan uygulanması ve nakil tarihinde
ödenen ikramiye ve ek ödemelerin nakil bildiriminde gösterilmesine imkân
bulunmamaktadır.
27. İşçinin iş sözleşmesindeki temel
ücretinin sendikaya üye olması halinde azaldığı halde, toplu iş sözleşmesinde
öngörülen ücretin ekleri ve diğer sosyal haklar dikkate alındığında işçinin
yararına olması durumu (Toplam Yararlılık İlkesi):
Bireysel iş sözleşmesinde
kararlaştırılan temel ücret işçinin üye olması halinde toplu iş sözleşmesinde
öngörülen kök ücrete göre azaldığı halde, parasal karşılığı olan haklar bir
bütün olarak değerlendirilerek karşılaştırma yapılmalıdır. Bu durumda işçinin
temel ücreti sendikaya üye olduğu tarihten itibaren toplu iş sözleşmesine göre
daha düşük olsa da, ücret grubu haklar yönünden toplam yararlılık dikkate
alındığında işçi lehine ise kanuna aykırılık yoktur.
28. Belirsiz alacak davası açabilmek için alacağın belirsiz
olmasında kriterler ve tamamlanabilir dava şartı:
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe
giren 6100 sayılı Kanunu'nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak
ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanunun 107. maddesinin
1. fıkrasına göre, “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini
tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun
imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da
değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir”.
6100 sayılı Kanunun 107. maddenin
2. fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın
miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu
anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın
başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde
gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya
da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da
keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası
şeklinde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu
alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça
belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve
özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden
gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa
dayanmalıdır. Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için
elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava
açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve
dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan
bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak
belirsiz kabul edilmelidir. Alacağın miktarının belirlenebilmesinin hâkimin
takdirine bağlı olduğu durumlarda hukuki imkânsızlık söz konusu olur. Bu
durumda davacı alacaklı, hâkimin takdir yetkisini nasıl kullanacağını
bilemeyeceği için davanın açıldığı tarihte alacağının miktarını
belirleyebilecek durumda değildir.
Sırf taraflar arasında alacak
miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin
davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak
talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır.
Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir
olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir
davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak
sonuca gidilmesi gereklidir. İş yargılamasında sıklıkla davaların yığılması söz
konusu olmakla alacağın belirsiz olma kriterleri her bir talep için ayrı ayrı
değerlendirilmelidir. Diğer yandan, aynı dava dilekçesinde talep yığılması
şeklinde bazı alacaklar için belirsiz alacak davası bazıları için kısmi dava
açılmasına yasal bir engel bulunmamaktadır.
Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı,
yıllık izin ücreti ve ücret alacakları işçi tarafından bilinmekle kural olarak belirsiz
alacak davasına konu edilmez. Ancak hesabın unsurları olan sosyal hakların
(ayni olarak sağlanan yemek yardımı gibi) miktarının belirlenmesi işveren
tarafından sunulacak belgelere göre belirlenecek ise, kıdem ve ihbar tazminatı
belirsiz alacak davasına konu edilebilir.
Madde gerekçesinde
"Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri
tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif
olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit
edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi,
burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın
bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de
dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan
hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez." şeklindeki açıklamayla,
alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz
alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkânlardan yararlanmanın mümkün
olmadığına işaret edilmiştir. Şu halde davanın açıldığı tarihte alacağın
miktarı yahut değeri belirlenebilir durumda ise, dava şartı yokluğundan davanın
usulden reddine karar verilmelidir. Burada hukuki yarar eksikliğinin
tamamlanabilir dava şartı olmadığı sonucuna varılmıştır. 7251 sayılı Kanun ile
107. maddede yapılan değişiklikler şartları olmadığı halde açılan belirsiz
alacak davasında davacıya süre verilerek hukuki yarar eksikliğini tamamlama
imkânı tanımamaktadır. Dairemizce sözü edilen düzenleme, şartları mevcut olan
belirsiz alacak davasında yapılan yargılama ile alacağın belirli hale gelmesi
durumunda hâkimin geçici talep sonucunu kesin talep sonucuna dönüştürmesi için
alacaklıya süre vermesi gerektiği yönünde değerlendirilmiştir.
Hukuk devletinin asli unsurları
arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda
belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda
bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı
sistemine güveni azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (AİHM,
Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, B. No: 13279/05, 20.10.2011, § 57).
Kişilerin hukuki güvenliğini
sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde Devlete güven duyabilmesini,
Devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise, yalnızca yasal belirliliği
değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Yasal
düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi
niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla, mahkeme içtihatları ve
yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki
belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya
çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır (AYM, 23.12.2015,
15-118).
Farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma
hakkının ihlali anlamına gelmez Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali,
Yargıtay ve Danıştay gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı
sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir. Diğer yandan,
bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın
değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmez. Mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı
organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup, böyle bir değişiklik özü
itibarıyla, önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir. Ancak, aynı
hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması halinde,
mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi
gerekmektedir. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı
kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla
birlikte, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi, bazı
hallerde içtihadın müstakar hale gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı
açıktır (AYM, 06.01.2015, B.No: 2013/6932).
İçtihat değişikliğinin sürpriz
karar yasağı çerçevesinde de değerlendirilmesi gerekir. Sürpriz karar,
ilgilinin yargılamanın o ana kadarki seyrine göre, haklı olarak beklemediği,
umulmadık bir kararla karşılaşmasıdır. Sürpriz karar yasağı ise, yargılamanın
adil ve hakkaniyete uygun şekilde yürütülmesi durumunda tarafların
öngöremedikleri bir kararla karşılaşmamalarını ifade eder. Sürpriz karar
yasağı, hukukun gelişimine ve yeni şartlara uyarlanmasına engel olacak mutlak
bir yasak olarak anlaşılmamalıdır. Şüphesiz mahkemeler yeni içtihatlar
geliştirebilirler, önceki içtihatlardan farklı bir karar verilebilir, hatta
yeni ve özelikle somut olayda ortaya çıkan hukuki durum bunu gerekli kılabilir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi gereğince
hâkimin hukuku kendiliğinden uygulaması söz konusu olduğunda sürpriz karar
yasağının ihlalinden söz edilemez. Bununla birlikte mevcut içtihatlar dışında
yeni bir görüş benimsenecekse, öncelikle tarafların bu konuda bilgilendirmesi
gerekir (ÖZEKES, Muhammet, Medeni Usul Hukukunda Hukuki Dinlenilme Hakkı,
Ankara 2003, s. 185 vd.).
Yargıtay Birinci Başkanlık
Kurulu’nun 07.07.2020 tarih ve 173 sayılı kararı ile aynı uyuşmazlıkların
temyiz incelemesini yapmakla görevli 22.Hukuk Dairesinin kapatılması ve tüm
işlerinin dairemize devredilmesi üzerine, belirsiz alacak davası ile ilgili
yeniden yapılan değerlendirmeler sonucunda yukarıda belirtilen ilkeler kabul
edilmiştir. Dairemizin daha önce belirsiz alacak davasına ilişkin uygulaması
benimsenen yeni ilkelerden farklılık arz etmekteydi. Örneğin, hukuki yararın
tamamlanabilir dava şartı olduğu; hukuki yarara ilişkin dava şartının eksik
olması halinde davanın hemen reddedilmemesi; davacıya süre verilerek dava
şartının tamamlattırılması gerektiği yönünde uygulama yapılmaktaydı. Dairemizin
belirsiz alacak davası ile ilgili yukarıda belirtilen yeni ilkelerinin hemen
uygulamaya konulması, dairenin önceki görüşüne güvenerek dava açanlar yönünden
hukuki güvenlik, hukuki belirlilik, hukuki öngörülebilirlik ve sürpriz karar
yasağı ilkelerinin ihlaline yol açacaktır. Bu sebeple, benimsenen yeni görüşün
Yargıtay Kararları Dergisi ya da başkaca yollarla duyurulmasından itibaren
makul bir süre sonra uygulamaya konulması, dairenin görüşüne güvenilerek açılan
davalarda ise, önceki uygulamaya devam edilmesi uygun görülmüştür.
Yukarıda yapılan açıklamalar
dikkate alınarak dairenin önceki görüşüne güvenilerek belirsiz alacak şeklinde
açılan bu davada, belirsiz alacak davasının şartlarının bulunmaması hususu
bozma nedeni yapılmamıştır.
29. Belirli süreli iş sözleşmesi yapılması için objektif
şartların bulunmadığını işverenin ileri sürebilmesinin mümkün olup olmadığı:
Belirli süreli sözleşme yapmak için gereken objektif neden veya yenilemelerde
esaslı neden olmadığı halde, taraflar arasında belirli süreli iş sözleşmesi
yapıldığında ve işveren tarafından süresinden önce haklı bir neden olmaksızın
feshine bağlı olarak işçi tarafından bakiye süreye ait ücret isteklerinden
işverenin sözleşmenin belirsiz süreli olduğunun savunulmasının hakkın kötüye
kullanımı olduğu sonucuna varılmıştır. Bu durumda işçi yararına talepler
bakımından sözleşme belirli süreli olarak değerlendirilecektir. İşçi bakiye
süreye ait ücretleri talep edebilir. İşveren tarafından süresinden önce haksız
feshe bağlı cezai şart istenebilir ( bu konuda İBK da var). İşverenin ihbar
tazminatı talebi dinlenmez.
30. Belirli süreli iş sözleşmesinin süre bitiminde
kendiliğinden sona ermesi halinde kıdem tazminatı sorunu:
Belirli süreli iş sözleşmesinin
süresinden önce kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde ter türlü sona
ermesinde (emeklilik, işçinin haklı feshi, işverenin haksız feshi vs) kıdem
tazminatı talep hakkı mevcuttur.
Belirli süreli iş sözleşmesinin
süresinin sonunda yenilenmeyeceğinin işveren tarafından bildirilmesi halinde
işçinin kıdem tazminatı hakkı mevcuttur.
Belirli süreli iş sözleşmesinde
sözleşmeyi yenilemeyeceğini işçi bildirdiğinde kıdem tazminatı talep edilemez.
Belirli süreli iş sözleşmesinin
kendiliğinden sona ermesinde sadece Kanun gereği belirli süreli iş sözleşmesi
yapılan hallerle (5580 SY) sınırlı olmak üzere kıdem tazminat talep edilebilir.
31. İş Müfettişi raporunun işçilik alacakları tespitine
dair raporuna itirazda husumet ve hukuki yarar sorunu:
İş Müfettişi tarafından tutulan
tutanaklar ile düzenlenen raporların işçi alacaklarına ilişkin kısımlarına
tarafların otuz gün içinde itiraz hakkı mevcut olup, bu kapsamda açılan
davalarda ayrı bir hukuki yarar şartı aranmaz.
İşçi şikâyeti veya genel
nitelikteki teftiş sonucu işyerinin genel uygulamasının belirlendiği tutanak
veya raporlara karşı dava, sadece Bakanlık aleyhine açılabilir. Tespite dair
hakkın ilgilendirdiği işçilerin davaya dahili gerekmez.
İşçinin şikâyeti üzerine o işçinin
haklarının miktar olarak açık biçimde belirlendiği hallerde ise işveren
tarafından açılabilecek itiraz davasının, Bakanlık yanında işçiye de
yöneltilmesi gerekir.
32. 15 yıl 3600 gün uygulamasında işçinin önceden diğer
işyeri ile sözleşme imzalamasının hakkın kötüye kullanımı:
1475 sayılı Kanun'un 14/5. bendi
kapsamında yaş hariç emeklilik sebebiyle ayrılmalarda işçinin daha sonra başka
bir işverene ait işyerinde çalışmaya başlaması, ayrılmadan önce diğer işyeri
ile görüşme ve hatta sözleşme yapması hakkın kötüye kullanımı olarak
değerlendirilmez.
Yaş hariç emeklilik kriterlerini
haiz olan işçi bu yolla kıdem tazminatı alma hakkını sadece bir kez
kullanabilir.
İşçinin yeniden çalışması halinde
yaş dahil emeklilik sebebiyle ayrılması halinde bir yıl çalışma şartı mevcutsa,
son işverenin de kıdem tazminatı ödemesi gerekir.
33. Belirli süreli sözleşme için
objektif neden faktöründe; teknik direktör, antrenör, yurt dışında çalışma,
Türkiye'deki yabancılık faktörü:
Türkiye'de çalışan işçiler yönünden
salt yabancılık unsuru belirli süreli iş sözleşmesi yapılması için objektif
nedeni oluşturmaz. İşçinin çalışma veya ikamet izinlerinin süreli olması bu
noktada önemsizdir.
Yurt dışında çalışan Türk işçileri
bakımından Türkiye İş Kurumu aracılığıyla imzalanan sözleşmede süre öngörülmesi,
sözleşmenin belirli süreli olduğunu göstermez. İşçinin ilk defa yurt dışındaki
iş kapsamında çalıştırılmak üzere işe alınması ve işin belli bir süreye bağlı
proje bazlı iş olması halinde projenin süresi ile uyumlu şekilde belirli süreli
iş sözleşmesi yapılabilir.
Teknik direktör veya antrenörlerle
yapılan belirli süreli iş sözleşmeleri belirli süreli olarak
değerlendirilebilir.
34. Rodövans sözleşmelerinde ruhsat sahibinin işçilik
alacaklarından sorumluluğu:
Rödovans sözleşmesi, maden işletme
hakkı (ruhsat) sahibinin belirli süreliğine işletme hakkını devretmeyi taahhüt
ettiği, devralanın da bunun karşılığında belirli miktarda üretim yapmayı ve
ürettiğinden yıllık belirlenen miktar üzerinden bedelini ödemeyi taahhüt ettiği
bir özel hukuk sözleşmesidir. Geçerli bir rödovans sözleşmesinde rödovansçı
tarafından çalıştırılan işçilerin alacaklarından ruhsat sahibinin sorumluluğu
yoktur. 10.06.2010 tarih ve 5995 sayılı Kanunla Maden Kanunu eklenen Ek Madde
7’de madencilik faaliyetlerinden doğacak İş Kanunu, iş sağlığı ve güvenliği ile
ilgili idari, mali ve hukuki sorumlulukların rödovansçıya ait olduğunun açıkça
belirtilmiş olması, bu tarihten önce ruhsat sahibinin sorumlu olduğu anlamı
çıkarılamaz.Ruhsat sahibi ile rödovansçı şirket arasındaki ilişki asıl işveren
alt işveren ilişkisi değildir. Ancak sözleşme içeriği ile diğer delillere göre
rödovansçı şirketin işin yürütümünde bağımsız bir işveren gibi örgütlenip
örgütlenmediği değerlendirilecektir.
35. Avukata elektronik tebligat yerine fiziki olarak yapılan
tebligatın hukuki niteliği:
7201 sayılı Kanun'un 7/ a
maddesinin 9. fıkrasında göre baro levhasına kayıtlı avukatlara tebligatın
elektronik yolla yapılması zorunludur. Buna rağmen tebligatın posta yoluyla
yapılması halinde tebligat yok hükmünde olmayıp, usulsüz tebligat olarak işlem
görür ve Yönetmeliğin 53. maddesine göre işlem yapılır.
36. İtirazın iptali davasında dava dilekçesi tebligatının
vekile mi asile mi yapılacağı:
İtirazın iptali davası icra
takibine itiraz üzerine takibin devamını sağlamaya yönelik bir dava olsa da,
yeni bir dava olması sebebiyle dava dilekçesinin asile tebliği gerekir. Borca
itiraz eden vekile tebligat yapılarak taraf teşkili sağlanamaz.
37. Bozma sonrası verilen hükümde
kesinlik sınırının belirlenmesi:
Bozmaya uyularak yapılan yargılama
sonunda verilen kararda talep yığılmasına esas tüm alacak kalemleri tek tek
gösterilmekte ve buna göre harç ve vekalet ücretleri belirlenerek hüküm altına
alınmaktadır. Tazminat ve alacakların bir kısmının bozma dışı kaldığı
belirtilerek bu alacakların kesinleştiğinden bahisle sadece bozmaya konu alacak
kalemleri bakımından karar verilmemektedir. Böyle olunca bozma sonrası temyiz
kesinlik sınırı, kararda gösterilen tüm tazminat ve alacakların toplamına göre
belirlenir.
38. Özel Okul Öğretmenlerine verilen ilave ek ders
ücretinin “sosyal yardım” niteliğinde olup olmadığı:
İlave ek ders ücreti hakkı, fiilen
yapılan ek ders süresi ile bağlantılı olarak tanındığından doğrudan sosyal
yardım niteliğinde kabul edilmemiştir.
39. Haftalık 45 saati aşmayan hallerde (günlük 11 saatin
veya gece 7.5 saatin aşılması gibi) fazla çalışma alacağının hesaplanma
yöntemi:
Haftalık çalışma süresinin 45 saati
aşmadığı ancak günlük 11 saati aşan ve gece çalışmaları ile ağır ve tehlikeli
işlerde 7.5 saatlik çalışma sınırını aşan çalışmalar Yargıtay uygulaması gereği
fazla çalışma olarak değerlendirilmektedir. Sözü edilen yasak çalışmaların
karşılığı % 50 zamlı olarak (saat ücretinin % 50 fazlasıyla) ödenmelidir. Başka
bir anlatımla salt haftalık 45 saat olan çalışma süresinin aşılmadığından ve
fazla çalışmanın zamsız kısmının maktu aylık ücret içinde ödendiğinden söz
edilerek saat ücretinin yarısı üzerinden hesaplamaya gidilemez.
40. Primli çalışmada fazla çalışma ücreti hesabı:
a- Ücret sadece primden oluşuyorsa:
Ücret sadece primden oluşuyorsa
fazla çalışma ücreti ödenen primin saat ücretinin % 50 fazlasıyla ödenir
b- Ücret, sabit ücret ile hedefe
veya kotaya bağlı primden oluşuyorsa;
Hedefe veya belli bir kotanın
aşılmasına bağlı prim ödemesi uygulamalarında işçinin fazla çalışma ücreti
sabit ücret üzerinden saat ücretinin % 150 fazlasıyla ödenir. Başka bir
anlatımla bu tür prim ödemelerinin fazla çalışma ücreti hesabına bir etkisi
bulunmamaktadır. Bu yönde uygulamaya dair oybirliği mevcuttur.
c- Ücret, sabit ücret ile satışa,
sefer sayısına (v.s) bağlı primden oluşuyorsa; Satışa, ürün miktarına, sefer
sayısına veya gidilen kilometreye göre prim ödemelerinde ise sabit ücret
üzerinden % 150 zamlı saat ücretine göre hesaplama yapılarak sabit ücrete göre
hak kazanılan fazla çalışma ücreti belirlenir. Ödenen prim miktarının % 50 zam
kısmına göre de hesaplama yapılır ve her iki hesap yöntemi toplanarak fazla
çalışma ücreti belirlenir.
Örneğin işçinin 3000 TL sabit ücret
ve 1000 TL ortalama prim aldığı durumda 3000TL/225 saat x 1,5 x fazla çalışma
saat sayısı = A şeklinde sabit ücrete göre hak kazanılan fazla çalışma ücreti
belirlenir. Aynı dönem için ödenen primlerin, fazla çalışmanın zamsız kısmını
karşıladığı kabul edilerek, prim tutarı için 1000TL/225 saat x 0,5 x fazla
çalışma saat sayısı = B hesabıyla prime düşen fazla çalışma ücreti belirlenir.
A+B toplamı o dönem için hak kazanılan fazla çalışma ücretini belirler.
Belirtilen hesap yöntemi birleşme sonrası 9. Hukuk Dairesi tarafından
oyçokluğuyla benimsenmiştir.
41. Serbest bölgede faaliyet gösteren işyerinde gelir
vergisi istisnasının işçiye ödenip ödenmeyeceği:
Serbest bölgede faaliyet gösteren
yatırımcı-üreticinin bu bölgede ürettiği ürünlerinin FOB bedelinin en az % 85
ini yurt dışına ihraç etmeleri halinde ihracata yönelik yatırım ve üretimi
teşvik etmek amacıyla istihdam ettikleri personele ödedikleri ücretler
üzerinden asgari geçim indirimi uygulandıktan sonra hesaplanan gelir vergisi,
verilecek muhtasar beyanname üzerinden tahakkuk eden vergiden indirilmek suretiyle
terkin edileceği belirtilerek üretici ve ihracatçılara yönelik teşvik ve destek
sağlanmakta olup, gelir stopaj teşviki işçilere sağlanan avantaj olmayıp
işverenlerin istihdam maliyetini azaltmaya yönelik teşvik oluşu dikkate
alındığında çalışanların bu teşvik unsuru üzerinden hak iddia etmeleri mümkün
değildir.
3218 sayılı Serbest Bölgeler
Kanunun geçici 3.maddesinde, 2017 yılında yapılan değişiklikle "Bu
bölgelerde üretilen ürünlerin FOB bedelinin en az %85’ini yurt dışına ihraç
eden mükelleflerin istihdam ettikleri personele ödedikleri ücretler üzerinden
asgari geçim indirimi uygulandıktan sonra hesaplanan gelir vergisi, verilecek
muhtasar beyanname üzerinden tahakkuk eden vergiden indirilmek suretiyle terkin
edilir" kuralı getirilmiş olmakla işçi ücretlerinden gelir vergisi
istisnasının işveren adına teşvik mahiyetinde olduğu daha açık biçimde
düzenlenmiştir.
Değişiklik öncesi ve sonrası dönem
için işçinin gelir vergisi istisnasından yararlanma imkanı bulunmamaktadır.
EYLÜL
2020